SITE (James Wines), “Highway 86” (Otoban 86), Vancouver Dünya Fuarı, 1986; © SITE - James Wines, LLC

1967 yılı bir dönüm noktası: Hemen her meselenin herkes için eşit hak ve imkânlarla çözülebileceğini varsayan modernizmin terk edilmeye başladığı; yeni, eksantrik bir dünyanın doğuşuna işaret ediyor. Tasarımcılar yerleşik beğeni kabullerinin boyunduruğundan kurtulurken mimarlar lunaparkı yeni ideal kent modeli ilan ediyor; artık biçimin işlevi değil, eğlenceyi takip ettiği bir çağa giriliyor. İki baskın siyasi sistem arasındaki çatışma yerini kendini gerçekleştirme mücadelesine bırakıyor. Yeni medya dünyayı senkronize ediyor, görsel dünya stil ve tanınma yarışlarının yapıldığı bir arena haline geliyor.

Bonn’da Bundeskunsthalle’nin ev sahipliğinde gerçekleşen “Everything At Once: Postmodernity, 1967-1992” (Her Şey Aynı Anda: Postmodernite, 1967-1992) başlıklı sergi; sayısız alandan beslenen bir anlatıyla 60’lardan 90’lara uzanarak postmodernizm ruhunu yeniden canlandırıyor. Yedi bölümden oluşan sergi; tasarım, moda, müzik, mimarlık, sinema, felsefe, sanat ve edebiyattan çarpıcı örnekler aracılığıyla bilgi toplumunun başlangıcını, finans piyasalarının serbest bırakılmasını, disko, punk ve tekno-pop'la altkültürlerin altın çağını anlatıyor. Bu aynı zamanda kültür kalelerinin birbiri ardına kurulduğu da bir dönem, dolayısıyla sergilenen nesnelerden biri de ev sahibi müzenin, Bundeskunsthalle’nin kendisi. Kurulduğu 1992 yılında Soğuk Savaş sona ermiş, Francis Fukuyama ünlü kitabında "tarihin sonu"nu ilan etmişti.

Sergi ayrıca; sosyal medya aracılığıyla postmodern estetiğin rönesansına teşvik edildiğimiz, tasarımcı ve mimarların çeşitlilik, çelişkiler ve merkezsizleşme gibi postmodern fikirlere yeniden yöneldiği günümüze de ayna tutarak soruyor: Postmodern çağ kapandı mı, yoksa hâlâ içinde miyiz?

Medyanın Uyanışı

1969 yılı, insan Ay’a ilk kez ayak basıyor. Tüm dünya, televizyonları karşısında bu ana tanıklık ediyor; ne de olsa artık daha çok kişinin evinde televizyon var. 1970'lerde modern mimarinin ağırlığından kurtulmuş sabun köpükleri içinde bir yaşamın hayali kuruluyor. İlgi politikadan çok benliğe yöneliyor. İletişim zorlaşıyor, metinler içerikten kopuyor; fikirler nesnelerden, tasarım işlevden daha önemli hâle geliyor. Artık dünya, döviz kurlarının serbestçe dalgalandığı yeni bir çağa girmekte…



Hans Hollein, “Non-physical environment” (Fiziksel olmayan çevre), Mimarlık hapı, 1967 © Hollein Arşivi

1967’de, Avusturyalı mimar ve tasarımcı Hans Hollein bir kağıdın üzerine gerçek bir hap yapıştırıp altına adını ve tarihi yazarken “Mimarlık” kelimesini de ekler. “Nonphysical Environmental Control Kit” (Fiziksel Olmayan Çevresel Kontrol Kiti) projesinde yer verdiği bu “mimarlık hapları”, istenen çeşitli çevresel durumları yaratmayı öneren bir ilaç seti. Hollein, “Her şey mimarlıktır” manifestosunu destekleyen aynı zamanda mimarlığı bir tür hastalık olarak ele aldığı bu çalışmayla insanın mimarlıkla kurduğu sorunlu ilişkinin radikal bir şekilde yeniden düşünülmesi gerektiğini öne sürdü.



Walter Pichler'in tasarladığı TV Kaskı (Portable Living Room),1967; © Generali Foundation, Fotoğraf: Werner Kaligofsky

Mimar ve sanatçı Walter Pichler'in aynı yıl tasarladığı TV Kaskı ise, dış dünyadan tamamen izole ettiği kullanıcıyı sonsuz bir bilgi ağının içine hapseden teknik bir cihaz. “Portable Living Room” (Taşınabilir Oturma Odası) adını verdiği bu icat; on yıllar sonra geliştirilen siber gözlükleri sadece biçimsel olarak öngörmekle kalmıyor, aynı zamanda "sanal dünya"nın keşfi öncesinde medya deneyimiyle ilgili içerik sorularını da dile getiriyor. Pichler'in tasarım, mimarlık ve sanat alanları arasında konumlanan TV Kaskı prototipleri, bir anlamda geleceğin bireyselleştirilmiş yaşamının sorularına cevap arayan yaşam balonları...


Modernizmin Yıkıntıları

1972 yılındayız: Modernizmin ölümü ilan edilmiş, binalarıysa filmlerde ve de gerçek hayatta havaya uçurulmakta... Terör çağı ve beraberinde ekonomik ve siyasi belirsizliklerle dolu bir on yıl başlıyor. Büyümenin sınırları ortaya çıkıyor. Tasarım radikalleşiyor: Sandalyelerin yakıldığı, koltuklarda konforun aranmadığı bir dönem. Modern çağ bir taş ocağına dönüşüyor ve tarzın ihlâli artık bir norm... Las Vegas'ın renkli tabelaları, mimarinin yeni rol modeli hâline geliyor.



Ettore Sottsass, “The Planet as Festival”, perspektif çizimi, 1972-1973; © VG Bild-Kunst, Bonn 2023, The Museum of Modern Art / Scala, Florenz

Radikal tasarımın öncülerinden Ettore Sottsassi 1972-73 tarihli “The Planet as Festival” (Festival Olarak Gezegen) adlı eskiz serisinde, çökmekte olan şehirlerin arkaplanına saykodelik bir Mars manzarası yerleştiriyor. Modernizmle bastırılan arzunun postmodern çağda serbest kalışıyla Batı ülkelerinde yaşamın bir festivale dönüşünü gösteren bu çizimler aynı zamanda deneyimsel ürünlerin önemli bir bölümünün, kullanıcısına gerçek hayatını ya da itibarını riske atmadan macera, tehlike ve diğer zevkleri tattıran simüle edilmiş ortamlar sunacağını söyleyen Alvin ve Heidi Toffler’in Future Shock adlı ünlü kitaplarında öngördükleri “deneyim ekonomisi” denen şeyin de habercisi…

Sanremo lambası (1968), Mies uzanma koltuğu ve ayak uzatma taburesi (1969) gibi Archizoom Associati’nin eleştirel yaklaşımlarının tezahürü mobilya tasarımları, Ant Farm’ın Media Burn (1975) adlı ufuk açıcı multimedya performansı ve SITE’ın (James Wines) Cutler Ridge Binası (1979) da bu bölümde yer verilen diğer üretimler…


Her Şey Makbul

1978 yılına gelindiğinde artık siyasetten şehir planlamasına teoride ve uygulamada her şey serbest, her şey makul… Bir tarafta mobilyalar bir tarafta kamu binaları egzotik fantezilerle biçimleniyor. Postmodern artık bir şeyleri yeni şekillerde birleştirmek anlamına geliyor; yakın ve uzak birbirine karışıyor. İronik mesafe, varoluşsal ciddiyetin yerini alıyor. Birey en önemli kıstas, istisnai olmaksa moda hâline geliyor.



Alessando Mendini, “Interno di un interno” (Koltuk), 1990; © Collection Groninger Museum, Fotoğraf: Heinz Aebi

Bu bölümde öne çıkan örneklerden biri, İtalya’da postmodern tasarımın gelişiminde öncü olmuş isimlerden Alessandro Mendini’nin, barok formlarla noktacılık tekniğini birleştirdiği koltuk tasarımları. Ayrıksı yapıları kadar ironik objeleriyle de tanınan Mendini aynı zamanda, Casabella, Modo ve Domus dergilerindeki editörlük deneyimiyle de postmodern tasarıma eleştirel bir yaklaşım kazandırılmasını sağlamış bir isim.



Masanori Umeda (Memphis Milano), “Tawaraya-Ring”, Boks ringi 1981; © Memphis Milano’nun izniyle

Memphis Milano grubundan Masanori Umeda’nın tasarladığı Tawaraya Boks Ringi (1981) ise, dönemin en ikonik işlerinden. Umeda mekâna dönüşen bir mobilya olarak tasarladığı ringte, geleneksel Japon evlerinin iç mekânını sembolize eden 5 adet tatamiye yer verirken Doğu ile Batı arasında bir diyalog kurma arayışında boksu metafor olarak kullanıyor.


İstediğim Şeyden Beni Koru

Modern çağ “bir yere varmak istiyorsan kurallara uy” diye öğütlüyordu; postmodern zamanlarda ise bu slogan yerini “Kendin ol ve kendin için bir şeyler yap”a bırakıyor. Duygular artık bastırılmıyor; reklamları, filmleri ve pop müziği besleyen bir kaynağa dönüşüyor.

Bölüme adını veren “Protect Me From What I Want” (Beni İstediğim Şeyden Koru), 1980’ler feminist dalgasının başını çeken kavramsal sanatçılardan Jenny Holzer'in bir yakarışı. 1982 tarihli enstalasyonunda led ışıklarla yazılmış bu cümle, Times Meydanı'nın dev ekranındaki reklamlar arasında belirmişti.



General Idea, “Pasta Paintings: Untitled (Mastercard)”, 1986-1987; © Rémi Villaggi / Mudam Luxembourg

General Idea kolektifinin “Pasta Paintings” serisindeki (1986-87) makarnadan tabloları, ticari amblemleri orijinal anlamlarından uzaklaştırarak “boş” geometrik soyutlamalara dönüştürüyor. Sanatın metalaştırılmasını
sorgulayan işleriyle tanınan grup, yüksek sanata olan mesafelerini ve tepkilerini kamusal alanda gerçekleştirdikleri işlerle ortaya koydular.

Tasarımcı Jean-Paul Goude’un moda illüstratörü Antonio Lopez ile birlikte şarkıcı, model Grace Jones için tasarladığı “Constructivist Maternity Dress” (Konstrüktüvisi Hamile Elbisesi, 1980); Michel Foucault’nun Simeon Wade’e 1976 yılında yazdığı mektup, mimar Arata Isozaki’nin tasarımıyla New York'ta eski bir tiyatronun içine inşa edilen Palladium Gece Kulübü (1985) bu bölümde öne çıkanlar arasında...


Hiçbir Şey Gerçek Değil

1980: Standartlar terk edilirken artık sorgulanır hale gelen gerçeklik yerini medyaya; büyük anlatılar yerini spekülasyonlara bırakıyor. Gerçekliğin sonu, tüm engellerin ortadan kalkması anlamına geliyor. Borsalarla birlikte rokoko süslemelerin, sütun ve sütun başlıklarının çepeçevre sardığı postmodern mimaride de bir patlama yaşanıyor. Tarih, bugün “meme” adını verdiğimiz görsel bir nükteye dönüşüyor. Binalar veri taşıyıcıları hâline geliyor, insanlar da öyle. Kişisel ifadenin yerini havalı pozlar alıyor. Hiperuzay çağının şafağındayız aynı zamanda. Artan bilgi işlem gücü, giderek daha bireysel çözümlere, optimize edilmiş üretim süreçlerine ve birbirinden giderek izole olan gündelik gerçekliklere imkân tanıyor.



Cindy Sherman, “Untitled Film Still # 25” (İsimsiz Film Karesi #25), 1978; © Özel koleksiyon, Sprüth Magers’ın izniyle.

Dönemin önemli kadın figürlerin Amerikalı fotoğrafçı ve film yönetmeni Cindy Sherman “Untitled Film Stills” (İsimsiz Film Kareleri) adlı serisinde, hayali ama çok aşina gelen film sahneleri yaratıyor. Kendisinin de jenerik kadın karakterleri canlandırdığı bu fotoğraflarda, bir yandan gerçekliğin sınırlarını bulanıklaştırırken bir yandan kadına biçilen basmakalıp rolleri sorguluyor.


Kültür ve Sermaye

1970’lerin sonunda sosyal devlet tasfiye edilirken, ekonomik adalet fikrinin yerini kültürel katılım alıyor. Kültür, sermayenin aracına dönüşürken tıpkı bir para birimi gibi sahip olmanız zorunlu bir değer hâline geliyor. Eğitimli kozmopolit yaşamdan dışlanmış hisseden pek çoğu tarafından ise "geleneksel değerlere" geri dönülmesi talep ediliyor.



James Stirling ve Michael Wilford and Associates’in tasarladığı Staatsgalerie önünde modeller, Stuttgart, Almanya, 1980’ler; © James Stirling/Michael Wilford, Canadian Centre for Architecture (Montréal) Koleksiyonu

Müzeler, kütüphaneler mantar gibi çoğalıyor: Paris’te Centre Pompidou’nun açılışı bu patlamanın habercisi. Renzo Piano, Richard Rogers ve Gianfrancho Franchini’nin eseri olan yapı, tersyüz edilmiş tasarımıyla daha inşaatından başlayarak katlanarak artan bir ilginin odağında oluyor. James Stirling’in Michael Wilford and Associates ile birlikte tasarladığı Neue Staatsgalerie’si ise postmodern mimarinin bir diğer ikonu. Malzeme ve renk kullanımının yanında eklendiği tarihi yapıyla kurduğu ilişki ile de eski-yeni çatışmasını zirveye taşıyarak müze mimarisine yeni bir soluk getiriyor.



Aldo Rossi, “Tea & Coffee Piazza”, 1983; © Collection Groninger Museum, Fotoğraf: John Stoel

Artık pek çok lüks marka gibi Alessi’nin ürünleri de dönemin önde gelen mimar, tasarımcı ve sanatçılarının imzasını taşıyor. Markanın 11 davetli tasarımcıyla hayata geçen “Tea & Coffee Piazza" projesinde, kahve fincanları dekoratif sütunlara (Charles Jencks), kent meydanında bir yapıya (Aldo Rossi) ve bir uçak gemisine (Hans Hollein) dönüşüyor.


Tarihin Sonu

1989: Soğuk Savaş sona yaklaşırken postmodernizmden geriye ne kaldı? Berlin'deki Uluslararası Yapı Sergisi'nde olduğu gibi sadece sokakları süsleyen dekoratif bir unsura mı dönüştü? İnsanlık internet öncesinde metaverse'ü hayal etmişti. Mavi LED’in icadı, akıllı telefonlara giden yolu açtı.



Gustav Peichl, “Quo vadis?” (Nereye gidiyorsun?); © Scan: Crone Wien GmbH

Bu sergiye ev sahipliği eden Bundeskunsthalle, mimarı Gustav Peichl’e ün kazandıran yapılarından biri. Aynı zamanda karikatürist olan Peichl de akımın öne çıkan isimleri arasında anılmasına karşın postmodernist tanımlamasını reddedenlerden. Ne var ki stilistik sınır ihlallerine karşı direncin aşılması gibi, bu çelişkili yanıtlar da postmodernizmin ayrılmaz bir parçası kabul edildi.

Eva Kraus ve Kolja Reichert’in küratörlüğünde gerçekleşen serginin tasarımı yollar, silüetler, cepheler ve dev reklam panolarıyla postmodern kenti müze mekânına taşıyor. Galeriler içinde yaratılan bu evrenin kurgusu mimar Nigel Coates ve grafik tasarımcı Neville Brody’e ait. Brody’nin sözleriyle “Postmodern ruhu yansıtan bir dünya tasarlamak kolay iş değil”. Solucan delikleri gibi dolambaçlı, çelişkilerden zevk alan bir evren…

Sergiden görünüm; © Kunst- und Ausstellungshalle der Bundesrepublik Deutschland GmbH, Fotoğraflar: Roman März, 2023

Sergi paralelinde aynı adlı bir kitap da yayınlandı. Küratörlerin yayına hazırladığı, serginin kendisi kadar renkli bu kitap, Nikita Dhawan, Diedrich Diederichsen, Oliver Elser, Gertrud Koch, Eva Kraus, Sylvia Lavin, Kolja Reichert, Lea-Catherine Szacka gibi pek çok ismin makaleleri ile birlikte zengin bir görsel malzemeye yer veriyor.

“Everything At Once: Postmodernity, 1967–1992”  28 Ocak 2024 tarihine kadar ziyarete açık olacak.