Çameo Island, Zakynthos. Fotoğraf: Banu Binat


Sürdürülebilirlik kavramı ilk kez 1972 yılında Stokholm’de Birleşmiş Milletler’in İnsan Çevresi Konferansı’nda tanımlanıyor. 80’ler ve 90’larda takipçisi olan akademisyenler, aktivistler, sivil toplum örgütleri tarafından konu hep gündemde tutuluyor. 2000’ler ile birlikte sürdürülebilirlik ülke politikalarında yer almaya başlıyor.

Sürdürülebilirlik, çok da anlamlandırılamayan, altı doldurulamayan bir kelime, “trend” bir konu olarak gündelik hayatımıza girerken, maalesef anlamına son derece ters düşen bir şekilde hızla tüketiliyor. İletişimcilerin “klişe oldu” eleştirileri ile üzeri örtülmeye başlanırken, Birleşmiş Milletler Ocak 2016'da 17 maddelik Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nı yayınladı ve üye 193 ülkeye bu amaçlara ulaşmaları için 2030’a kadar süre verdi. Aslında bunun dünyanın geleceği için bir kırmızı alarm olduğunun herkes farkında. Böyle devam edersek dünyanın geri dönülmez biçimde tükenişini izliyor olacağız.


Sürdürülebilir Kalkınma için Küresel Amaçlar.
Kaynak: kureselamaclar.org

Dünyanın yaşanmaz hâle gelecek olması endişe verici; üretim ve tüketim süreçlerini kontrol etmenin, yönetmelikler ve yasalarla, yeni düzenlemelerle çözüme odaklanmanın zamanı. Peki, bireysel olarak ne yapmalıyız? Gücümüz küresel felaketleri önlemeye yeter mi? Bence yeter; pek çok uzman, fikir önderi de bu görüşte… Bireysel olarak sürdürülebilirliği benimsemenin dünyaya katkısı küçük gibi görünse de bizler tercihlerimizle, üretimi, ekonomiyi şekillendiriyor, sürece yön veriyoruz.

Bir karar alıp, sürdürülebilir yaşam için hayatımızı değiştirmemiz lazım. Bu değişikliğin kalıcı olması, alışkanlık haline gelmesi için atılan adımların bize iyi gelmesine ihtiyacımız var. Bunun için gereken en büyük motivasyon, sorunun farkında olup çözümün bir parçası olmak konusunda verilen karar. Değişim küçük adımlarla başlamalı, ama kalıcı olmalı.

Sürdürülebilirlik kavramını hayatına aktif bir şekilde katmaya çalışan biri olarak, gündelik yaşamımda iyi örneklerden ilham alarak birçok değişiklik yaptım. Sürdürülebilirlik yolculuğumda karşılaştığım üç örnek beni hem sarstı hem de her gün çözüm için ne yapsam diye düşünmeye itti.

Bunların ilki; 90’ların ikinci yarısında yayına başlayan Açık Radyo’dur. Uzun yıllar her gün dinlediğim, yayınlarından beslendiğim bir mecra. Ömer Madra’nın iklim krizini sürekli gündemde tutması, dünyadan ve Türkiye’den örnekler vermesi, bu konudaki örtbaslar kadar mücadeleleri de dile getirmesi benim için sarsıcı oldu. Sürekli iklim krizini düşünmek insanı çok karamsar ve mutsuz ediyor. Son yıllarda artık konuyu o kadar içselleştirdim ki, iklim krizi ile mücadele için bugün ne yaptım diye sorar hâle geldim.


Synthetic Pleasures afişi.

İkinci motivasyonum bir belgesel film: 1995 yılında İKSV Film Festivali’nde izlediğim Synthetic Pleasures belgeseli beni çok etkilemişti; hatta o filmi izledikten sonra hiçbir şey benim için eskisi gibi olmadı diyebilirim. “Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi”, “gelecek vaad ediyor” gibi notlara dayanarak izlediğim bu filmin etkisi bende hâlâ sürüyor. 21. yüzyılda bizi teknolojik gelişmeler kisvesi altında nelerin beklediğinin özeti niteliğindeki belgeseli izlerken tüylerimizi diken diken eden sahnelerin şimdi bizler için nasıl normalleştiğini, her şeyin nasıl sentetik bir hâl aldığını görmek oldukça rahatsız edici.

Üçüncü motivasyonum ise yine bir film: 2017 yılı yapımı Basmati Blues’un sürdürülebilirlik yolculuğumda eşik noktası olduğunu söyleyebilirim. Filmde, pirinç tohumlarının genetiğini değiştiren bir bilim insanının Hindistan’daki çiftçilerle geçirdiği ve gerçeklerle yüzleştiği bir süreç anlatılıyor. Geliştirilen tohumların verimliliği ve başarısını lineer bir grafik üzerinden aktarırken, bu grafiğin bir döngü ile ifade edilmesi gerekliliğini fark eden bilim insanının yaşadığı paniğe şahit oluyoruz. Aslında, döngüsel olmayan her şey bu dünyaya zarar veriyor!

Herkesin sürdürülebilir adımlar atma konusunda harekete geçme motivasyonu farklı olacaktır. Ama motivasyonumuz ister karamsar bir gerçek, ister iyi bir örnek olsun sürdürülebilir bir yaşam ancak bütüncül bakarak mümkün. Herkesin kendi hassas terazisi olmalı, tercihlerimizin ne kadar sürdürülebilir olduğunu tartarak ilerlemeliyiz.

Bizi sürdürülebilir adımlar atma konusunda harekete geçiren düşünceler, eylemler, örnekler farklı olduğu gibi bu süreçte alınan yol da kişiye göre farklılık gösterecektir. Kimimiz daha sürdürülebilir bir yaşam kaygısıyla küçük adımlar atarken, kimimiz radikal bir kararla hayatını değiştirebilir. Daha sürdürülebilir bir dünya için harekete geçmeye nereden başlasam diye düşünenler öncelikle tüketim alışkanlıklarına bakmayı deneyebilir. Gıda, giyim, elektronik eşya… Tüm bunları ne zaman alıyoruz: Gerçekten ihtiyaç duyduğumuzda mı yoksa ihtiyacımız olmadığı halde moda gibi belirli akımların etkisinde mi? Nasıl alıyoruz: Araştırarak, üretim sürecini, bize hangi aşamalardan geçerek, nereden geldiğini bilerek, etiketini okuyarak mı yoksa paketin rengine, içeriğin kokusuna bakarak mı? Nasıl tüketiyoruz: Ürünlerin hayat döngüsünün farkında olarak, kullanım talimatlarına uygun bir şekilde, ihtiyaca yönelik mi yoksa çok düşünmeden, hızla eskiterek mi? Kullandıktan sonra ne yapıyoruz: İkinci bir şans verip yaşam döngüsünün bir sonraki adımını mı düşünüyoruz yoksa kaldırıp çöpe mi atıyoruz?

Tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirip bu sorulara yanıt vermeye kalkıştığımızda gıdadan giyime tüm alışveriş süreçlerimizi, daha da ötesi yaşam şeklimizi değiştirmemiz gerektiğini görüyoruz. Yerel üreticiden satın almak, tek kullanımlık ürün yerine daha uzun süreli kullanım sunan ve kullanım döngüsünü tamamladığı zaman dönüşebilen ürünler tercih etmek, kısa sürede daha ekonomik olan yerine uzun vadede ekonomik olan enerji verimli ürünlere yönelmek, yapay içeriklerden kaçıp daha doğal olanı araştırmak gibi küçük kararlar kendimiz ve dünyamız için çok büyük bir önem taşıyor olabilir.

Büyük veya küçük ama düşünülmüş, sağlıklı adımlarla dünyayı da kendimizi de mutlu etmemiz mümkün. Biz dünyayı şekillendiriyoruz, dünya da bizi şekillendiriyor; unutmamalıyız ki bu ilişki de döngüsel.