Fotoğraf: Cemal Emden, TEĞET’in izniyle.

İstiklal Caddesi üzerinde iki pasaj, bir çıkmaz arasında yer alan tarihi Boudouy (Bodvi) Apartmanı, Beyoğlu’nun tanıklığında yüzyılı aşan varoluşuna üç hayat sığdırmış bir bina. 2023’te, Cumhuriyet’in 100. yılında Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi olarak kapılarını açan yapı, bankanın kuruluşundan bu yana edindiği zengin sanat koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. Binanın müzeye dönüşümü ise, TEĞET Mimarlık’ın imzasını taşıyan özel bir koruma yaklaşımıyla gerçekleşti. Bu yeni başlangıcın hikâyesini mimarları anlatıyor.



Bodvi Apartmanı. Kaynak: Arkitekt, 1954.

Bodvi Apartmanı, inşasından günümüze farklı yaşamlar sürmüş bir yapı. Önceki hayatlarında geçirdiği işlevsel ve yapısal değişimlerden bahsedebilir misiniz? TEĞET’in bu yapıyla karşılaşması ne zamana rastlıyor?

Bodvi Apartmanı’nın hayatı 1907 yılında, Beyoğlu-Pera’nın dönemin Batı şehirlerine benzediği; üzerindeki mağazalar, pasajlar, apartmanlar ve eğlence mekânlarıyla İstiklal Caddesi’nin Grand Rue de Pera olarak anıldığı bir dönemde başlıyor. Fransız tüccar Joseph Baudouy tarafından inşa ettirilen bina tipik bir 19. yüzyıl Beyoğlu Apartmanı. Zemin ve birinci katlarında komşu olduğu Karlman Bonmarşesi’ne benzer şekilde mağazalar var. Konut ve ticaret işlevleri dolaşım kurgusuyla birbirinden tamamen ayrılmış. Apartman daireleri birinci kattan itibaren başlıyor, girişleri Odakule tarafındaki Perukar Çıkmazı’ndan.

Yüzyıl ortasına geldiğimizde Beyoğlu’nda farklı bir atmosfer var. Bölgenin sakinleri ve pratikleri büyük oranda değişmiş. Cadde ve üzerindeki binalar eski görkemini yitirmiş. 1950’lerin başında Türkiye İş Bankası tarafından satın alınan Bodvi Apartmanı ise bu dönemi olabildiğince az zararla atlatmış. Binanın ikinci hayatı bankanın Beyoğlu şubesi olacağı ve 4. Sigorta Han olarak adlandırılacağı bu dönemde başlıyor. Önceleri mağaza olan binanın kemerli zemin ve birinci katları, dönemin modernist mimarisine uygun şekilde, cephesinde alüminyum ve camın dik açılı çizgilerle birleştiği bir banka şubesine dönüştürülüyor. İçeride ise mekânı genişletmek ve yeni işleve göre düzenlemek üzere binanın ağır ve sık kolonları kesiliyor; yerlerine çelik kolonlardan yeni bir aks kuruluyor. Üst katlardaki daireler ofis olarak kullanılıyor, çatı katı ise yemekhane. Ancak zemin ve birinci katlardaki cephe ve statik düzenlemesi dışında bina olduğu gibi korunuyor.

4. Sigorta Han 2000’li yıllara kadar banka şubesi olarak faaliyet gösteriyor. TEĞET’in binayla karşılaşması ise 2015 yılında gerçekleşiyor; 2008 yılında banka yönetim kurulunun binayı koleksiyon eserlerinin sergileneceği bir müzeye dönüştürme kararından sonra.

İlk ziyaretimizde içinde gizli kalan mermer merdivenle karşılaştıktan, caddeye boylu boyunca açılan yüksek tavanlı odalarına bir bir girip çıktıktan sonra 20. yüzyıla tanıklık etmiş bu binayı korumak üzere bir yaklaşım geliştirmeye karar verdik.

Tarihi merdivenle ilk karşılaşma (Fotoğraf: TEĞET) ve uygulama sonrası görünüm (Fotoğraf: Cemal Emden, TEĞET’in izniyle)


Yüzyıllık bir yapı söz konusu olduğunda projenin hareket noktası çoğunlukla bir yol ayrımında konumlanıyor: Yıkılacak mı, korunacak mı yoksa sadece onarılacak mı? Burada tescil kriterleri ya da binanın kondisyonu kadar işveren ve mimarın seçimleri de belirleyici. Projenin henüz başlangıcında işveren kurumun sizden beklentileri nelerdi; size nasıl bir hareket alanı tanımlandı? Yapıyı üçüncü yaşamına hazırlayan öneriniz nasıl şekillendi?

Proje bizim önümüze geldiğinde hâlihazırda kuruldan geçen onaylı bir restorasyon projesi vardı. 2010-15 yılları arasında geliştirilen bu öneriye göre bina tamamen yıkılarak orijinal haline dönüştürülecekti. Yani bir rekonstrüksiyon olacaktı. İlk ziyaretimizde içinde gizli kalan mermer merdivenle karşılaştıktan, caddeye boylu boyunca açılan yüksek tavanlı odalarına bir bir girip çıktıktan sonra 20. yüzyıla tanıklık etmiş bu binayı korumak üzere bir yaklaşım geliştirmeye karar verdik. Projelendirmesi ve uygulaması hiç de kolay olmayacak bir stratejiyi; yapının dıştaki ilk aksını mekân kurgusu, malzemeleri, dokularıyla koruyup içine dışarıdaki tarihi yapıyı destekleyecek yeni bir yapı yerleştirme önerisini, yaklaşık 6-7 senedir bu dönüşüm için uğraşan ve elinde onaylı bir kurul projesi olan Türkiye İş Bankası’yla paylaştık. Ne büyük şanstır ki bu koruma fikrini benimsediler ve projeyi büyük bir içtenlikle desteklediler.

Fotoğraflar: TEĞET’in izniyle.

Yapı için sıra dışı bir koruma yaklaşımı öneriyorsunuz. Uygulamanın her aşamasında sayısız problemi beraberinde getirmiş; pek çok denemeyi, yerinde çözümü zorunlu kılmış olmalı. Bu tasarım nasıl vücuda getirildi? Yol boyunca ne tür zorluklar, belirsizliklerle karşılaştınız?

Projenin koruma yaklaşımı disiplinlerarası sıkı bir koordinasyon çalışmasını gerektiriyordu, en çok da mimari ve statik arasında. Mesela, yıkılacak ve yeniden inşa edilecek, bizim çekirdek yapı dediğimiz kısmın tam ortasında kalan ve son basamağı zemine değil birinci kata değen tarihi merdiveni inşaat esnasında havada asılı tutmak inşaat mühendisimizle yaptığımız bir seri plan ve programla mümkün oldu. Yıkım, yapım ve dönüştürme operasyonları pek çok koldan eş zamanlı gerçekleştirildi. Merdivenin altına onu desteklemek üzere inşa edilen dev çelik masa aynı zamanda kuyu temellerde çalışmak üzere yer açtı. Bunun gibi pek çok adım kendisinden önce kapsamlı bir hazırlığı ve imalatı beraberinde getirdi. Dolayısıyla iş yükünün diğer şantiyelere kıyasla çok daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu şekilde öngörülen zorlukların üstesinden zarar görmeden gelebildik.

Öte yandan iç ve dış yüzeylerdeki dokuların korunması ve onarılması üzerine, projelendirme esnasında ya da kâğıt üzerinde verilmesi imkânsız veya yetersiz olan kararlar yerinde verildi. Yıllar içinde yıpranmış ya da başka katmanların altında saklı kalmış dokuların ihtiyacına göre çözümler geliştirildi. Cephedeki taş ve bezemelerin temizlenmesi için yerinde farklı denemeler yapıldı, alternatifler test edildi. Ancak ondan sonra, danışman ekiplerle birlikte ana koruma kararına paralellik gösteren çalışmalar seçilerek uygulanmalarına karar verildi. 

Şantiye sürecinde bizi en çok heyecanlandıran, bugün yapının kalbi olan tarihi merdiven kovasında keşfedilen kalem işleri oldu. 7 kat yağlı boyanın altından çıkan izler, parapet seviyesinde kahverengi bir şerit ve üzerinde dikey çerçeveler, bugün yapacağımız herhangi bir müdahaleden daha çok yakıştı müzeye.

Merdiven kovasında keşfedilen kalem işleri (Fotoğraf: TEĞET) ve uygulama sonrası görünüm (Fotoğraf: Cemal Emden, TEĞET’in izniyle)

Projenin önemli bir bileşeni, yapının gün yüzüne çıkarılan patinası. Uygulama sırasında yapının hangi dönemlerinden katmanlarla karşılaştınız? Hangi izler bugüne taşınabildi ya da taşınması tercih edildi?

Binanın Resim Heykel Müzesi olmadan önce iki hayatı daha olduğunu söylüyoruz. Bunlar birbirinden çok uzak dönemler olmasa da yapı, işlev ve biçim bakımından bazı dönüşümler geçirmiş. Biz koruma fikrini oluştururken binayı 1900’lerin başında inşa edildiği şekilde, bir 19. yüzyıl Beyoğlu Apartmanı olarak ele aldık. Kemerli cephesi, ortada dairesel mermer merdiveni, ahşap döşemeleri ve tavanda kartonpiyerleri ile. Bu katmanların üzerine yıllar içinde başka malzemeler eklenmiş, müdahaleler yapılmış. Dolayısıyla ana hedefimiz bu katmanları ortaya çıkarmaktı. Bunu taşları, bezemeleri, kartonpiyerleri, karosimanları en az müdahale ile onararak, gerektiği yerde tamamlayarak, boyamadan, yalnız koruma cilası sürerek gerçekleştirdik. Zemin ve birinci katların İstiklal Caddesi tarafındaki taş cephesini ise restitüsyon projesine göre ele aldık.

Öte yandan şantiye sürecinde bizi en çok heyecanlandıran, bugün yapının kalbi olan tarihi merdiven kovasında keşfedilen kalem işleri oldu. 7 kat yağlı boyanın altından çıkan izler, parapet seviyesinde kahverengi bir şerit ve üzerinde dikey çerçeveler, bugün yapacağımız herhangi bir müdahaleden daha çok yakıştı müzeye. Merdiven kovasının kalem işli eğrisel yüzeyleri bugün binanın önceki hayatlarının ve yaşanmışlığının bir kanıtı olarak orada duruyor.

Zemin kat kamusal programlarla yüklü; kafe, dükkân ve çok amaçlı salon, sergi ziyaretçisi dışındaki kullanıcılara da açık. Yaklaşık yüzyıl önce Bodvi Apartmanı’nın kapılarını ev sahiplerinin haricinde, Grand Rue de Pera’dan gelip geçenlere açtığı gibi.


Fotoğraf: Cemal Emden, TEĞET’in izniyle.

Müze, kültür ve sanata erişilebilirlik anlamında önemli bir katkı sunarak koleksiyonunu ilk iki ay boyunca ücretsiz olarak ziyarete açtı ve bu sürede 40 bini aşkın ziyaretçiyi ağırladı. Peki yapının mimarisi kentle ve ziyaretçisiyle nasıl bir diyalog kuruyor?

Müze İstiklal Caddesi’nde, Odakule’nin hemen yanında konumlanıyor. Beyoğlu ve özellikle İstiklal Caddesi hem tarihi ve kültürel olarak zengin bir kent parçası hem de yaya sirkülasyonunun çok yüksek olduğu bir aks. Müzenin bu potansiyellere cevap verebildiğini; bugün hâlâ, özellikle hafta sonları kapıda sıra olduğundan anlayabiliyoruz.



Fotoğraf: Cemal Emden, TEĞET’in izniyle.

Ziyaretçilerin binayla diyaloğu bina programı ve sergi kurgusu üzerinde şekilleniyor. Zemin kat kamusal programlarla yüklü; kafe, dükkân ve çok amaçlı salon, sergi ziyaretçisi dışındaki kullanıcılara da açık. Yaklaşık yüzyıl önce Bodvi Apartmanı’nın kapılarını ev sahiplerinin haricinde, Grand Rue de Pera’dan gelip geçenlere açtığı gibi. Üst katlarda devam eden sergi alanlarında ise ziyaretçiler tarihi bir yapının içinde onunla aynı döneme ait eserleri incelerken, dönemin atmosferini biraz olsun canlandırabiliyorlar. Öte yandan tarihi ve yeni bina arasındaki eşikleri aşan ziyaretçiler, basık ve siyah galerinin farklı izdüşümlerdeki boşluklarla ferahlaması gibi nostalji hissinin ve tarihselliğin getirdiği yükten kurtularak binayla daha samimi bir diyalog geliştirebiliyorlar.